18 Mayıs 2015 Pazartesi

Atatürk Mevlevi - Bektaşi miydi?

19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı münasebetiyle bol bol ortaokul bilgilerimiz tazelenecek..
bu gün münasebetiyle, gelin biz daha başka bir konuda tarihi kurculayalım..

"Atatürk Mevlevi miydi? Bu konuda da çok az belge var elimizde. Atatürk’ün en yakınlarındaki yazarlardan Falih Rıfkı Atay’a göre ise Atatürk Harb Akademisinde öğrenci iken, Selanik’e evci olarak gittiği zamanlar, Mevlevîlerin ayinlerine katıldığını ve ‘Hu Hu’ diyerek onlar gibi sema yaptığının söylendiğini, ancak bu ayinlerin Atatürk’te dinî duygulardan çok klasik müzik sevgisini oluşturmaktan öte gitmemiştir. 1920 sonrasına dair ise epeyce bilgimiz var. Örneğin ilk olarak 3-5Ağustos 1920’de Konya’ya gelen Mustafa Kemal, Konya’da kaldığı iki gün içinde hem bu müzeyi, hem de Mevlana Dergâhı’nı ve Türbesi’ni ziyaret etmiş, kendisine verilen bilgileri dikkatle dinlemişti. İkinci ziyaretini 1-4 Nisan 1922’de yaptı ve kendisi için yapılan Sema ayinini izledi. 24-25 Temmuz 1922 günü yaptığı üçüncü ziyarette postnişin Abdülhalim Çelebi'nin davetlisi olarak dergâhta yemek yedi ve Mevlana'nın büyüklüğü üzerine takdir ve hayranlık dolu sözler söyledi."


                                                               (Mustafa Kemal, Mevlevi Dergâhı Postnişini 
Abdülhalim Çelebi ve Mevlevilerle birlikte, 3 Ağustos 1920)

"Bu tarihten 1937 yılına kadar 9 kere daha Konya’yı ziyaret edecek olan Mustafa Kemal Atatürk, Sadi Borak’ın anlattığına göre ise, bu ziyaretlerden birinden hemen sonra, Çankaya’daki meşhur akşam yemeklerinden birinde Maarif Vekili Hasan Ali Yücel için "Zeki bir genç" demiş, sofrada bulunanlardan biri atılarak “Efendim, Hasan Ali Mevlevi’dir, babası da Mevlevi’dir” demişti. Borak’ın dediğine göre bu açıklamanın amacı, Hasan Ali’yi gözden düşürmekti. Ama tam tersi olacak ve Mustafa Kemal şöyle cevap verecekti:

“Bana hiç bahsetmedi, halbuki ben Mevlana’yı takdir ederim.” Bu sözlerden sonra derin bir sessizlik olmuş, ardından kimi tekkelerin aleyhine atıp tutmaya, kimi Mevleviliğin tuhaf adetlerine ilişkin hikâyeler anlatmaya başlamıştı. Sonunda birisi “Efendim Mevlevilik ibadete çalgı sokarak dini gülünç eden ve Müslümanlığı dejenere eden teşebbüslerden birisidir” deyince Mustafa Kemal’in cevabı şu olmuştu: "Mevlana bilakis Müslümanlığı Türk ruhuna uygun hale getiren büyük bir reformisttir. Müslümanlık aslında hoşgörülü ve modern bir dindir. Araplar onu kendi bünyelerine göre almışlar ve uygulamışlardır. Sıcak bir iklimde oturan, suyu nadiren bulan ve kullanan genel bir hareketsizlik içinde ömür süren Araplar için, günde beş defa abdest alıp, beş defa namaz kılmak, çok ileri bir hareket adımıdır. Hazreti Muhammed’in dini, insanları harekete geçirmek esasına dayanır. Bu uygulama Türkler için çok hareketsiz sayılabilir. Sarp dağlarda at oynatan, erimiş kar sularıyla yıkanan Türk için, abdest ve namazla sınırlı ibadet tarzı çok hareketsiz kalmıştır. Şaman dininde iken dans eden, şarkılar söyleyen, kopuzlar çalan, şiir okuyan Türk, namazı az ve hareketsiz bir ibadet saymıştı. Türk hayat tarzı, bu hareketsizliğe karşı harekete geçilmesinden doğmuştur. Mevleviliğe gelince, o tamamıyla Türk geleneklerinin Müslümanlığa nüfuz örneğidir. Mevlana büyük bir reformisttir. Ayakta dönerek ve hareketli Allah'a yaklaşma fikri, Türk dehasının en doğal ifadesidir. Bir tarafta müzik çalıyor, diğer tarafta insanlar ilahiler söylüyor ve ayağa kalkmış diğerleri, hayali bir dönüşle ellerini göklere kaldırıyorlar. Bunun estetiği fevkaladedir."


“SENİN KAPIN AÇIK KALMIŞTIR”
Bir iddiaya göre Mustafa Kemal 21 Mart 1931’de müzeyi gezerken Niyaz Penceresi kemeri üzerinde , bir iddiaya göre ise Topkapı Sarayı’nın Kutsal Emanetler Dairesi önünde Mevlana’nın şu Farsça rubaisini görmüştü:  “Derhâ heme bestend illâ der-i tu/Tâ reh nebered garip illâ ber-i tu/Ey der Kerem-u-izzet-u nur-efşânî/Horşid-u mâh-u sitaregân çâker-i tu.”
Mustafa Kemal yanında bulunanlardan birisine (kimine göre Hasan Ali Yücel’e, kimine göre Konya Milletvekili Fuat Gökbudak’a) dörtlüğü tercüme ettirmişti. Tercüme şöyleydi: “Ey keremde, yücelikte ve nur saçıcılıkta güneşin, ayın, yıldızların kul olduğu sen (Allah). Garip âşıklar, senin kapından başka bir kapıya yol bulmasınlar diye, öteki bütün kapılar kapanmış, yalnız senin kapın açık kalmıştır.”
İddialara göre Mustafa Kemal tercümeyi dikkatle dinledikten sonra, şöyle demişti: “Demek bütün kapılar kapandığı hâlde, bu kapı açık oluyor. Doğrusu ben, 1923 yılında burayı ziyaretim sırasında, bu dergâhı kapatmayalım, müze olarak halkın ziyaretine açalım, diye düşünmüş ve bir yıl sonra, Dergâh ve Tekkelerin Kapatılması Kanunu çıkar çıkmaz, İsmet Paşa’ya Mevlana Dergâhı ve Türbesi’ni kendi eşyası ile müze haline getiriniz demiştim. Görüyorum ki, şu okunan şiirin hükmünü yerine getirmişim.”


MECLİS’İN BEKTAŞİLERİ
Mete Tunçay’a ben de şu katkıları yapayım: Mustafa Kemal Mayıs 1919’da Samsun’a, daha doğrusu Havza’ya gittiğinde, Ali Baba adlı nüfuzlu bir Bektaşi şeyhinin Mesudiye adlı otelinde (kiracı) olarak kalmış, kendisini halka Ali Baba takdim etmişti. 23 Nisan 1920 Cuma günü Hacı Bayram Camii’nde yapılan Meclis’in açılış töreninde (özellikle cumaya denk getirilmişti) Kuran’dan ayetler okunduktan sonra hatim indirilmiş, Hacı Bayram Veli’nin türbesi ziyaret edilmişti. Millî Mücadele’nin muhafazakâr liderlerinden Kâzım Karabekir bile töreni ‘gereğinden fazla aşırı’, ‘koyu dindar’ ve ‘dervişane’ bularak, “tarihimizde hiçbir meclis böyle açılmadı,” diye yakınmıştı. Hâlbuki 8 şeyh, 61 din adamının milletvekili olduğu bir meclis için bu tören doğal ve kaçınılmazdı. Şeyhlerden ikisi Nakşibendî, biri Bayramî, ikisi Halveti, biri Mevlevi, ikisi ise Bektaşi şeyhi idi. Hem işlevsel hem de sembolik açıdan büyük önemi olan meclis başkan vekillerinden biri Mevlana Celaleddin Rumi’nin 19. göbekten akrabası olan Abdülhalim Çelebi, diğeri ise Hacı Bektaş Veli soyundan gelen Cemaleddin Çelebi idi. (Çelebi, 1919’da Amasya’da da Mustafa Kemal’in yanındaydı.) İlerki yıllarda, Atatürk Çamlıca Bektaşi Dergâhı Postnişini Nuri Baba’nın oğlu Ali Nutki Baba’yı Çankaya’da her yıl ağırlardı. Doğrusu bunlardan kalkarak Atatürk Bektaşi idi demek doğru değil. Nitekim Ali Nutki Baba’nın ziyaretlerine dair ayrıntılar veren Atatürk’ün özel doktoru Hasan Ragıp Erensel’in hatıratında görülüyor ki, bu sohbetlerde Atatürk misafirlere Bektaşilik hakkında sorular soruyor, misafirler Atatürk’e Bektaşilik üzerine bilgiler veriyor.


Ama Cumhuriyet tarihi boyunca Bektaşiler, özellikle Mustafa Kemal’in 22-23 Aralık 1919’da Hacıbektaş’a yaptığı kısa ziyareti Mustafa Kemal’in Bektaşiliğe girişi olarak ele alma eğilimindedirler. Bu ziyaretten dolayı, Mustafa Kemal’i ‘don (kıyafet) değiştirmiş Hazreti Ali/Hacı Bektaş Veli’ sayanlar,  hatta ‘mehdi’ gibi görenler bile vardır. Onlara göre, bu ziyaret sırasında Mustafa Kemal, kendisine cumhuriyet hakkında ne düşündüğünü soran Cemaleddin Çelebi’nin kulağına, Millî Mücadele’nin başarıya ulaşmasından sonra saltanat ve hilafetin kaldırılacağını fısıldamıştı. Bektaşiler de Mustafa Kemal’e destek sözü ile birlikte 1.800 altın vermişlerdi. Bektaşilerin övünerek aktardığı bu hikâyenin Sünnî kesimden bazı kişileri ne kadar kızdırdığını söylemeye herhalde gerek yok. Peki, bu iddialar doğru mudur?

bu sorunun cevabını ve yazının tamamını buradan okuyabilirsiniz..,

Hiç yorum yok: