İlk durağınız neresiydi? Yolculuk nasıl geçti? Sırasıyla nereleri gezdiniz?


İlk durağımız Darüsselam’dı. Gece üç saat bir otelde biraz dinlendikten sonra küçük bir uçakla Arusha’ya, oradan da Serengeti’ye uçtuk. Serengeti, o National Geographic’te seyrettiğimiz uçsuz bucaksız düzlükteki vahşi yaşam. Aslanlar, filler, timsahlar, yılanlar… Otoburlar ot yiyor, etoburlar otoburları yiyor. Böyle bir yaşam zinciri… Baştan, adımın içinde olması nedeniyle Serengeti’ye sempatim vardı. Bölgenin adı Seronera, otelin bölgesi Sero Bölgesi, kaldığımız otel Serena Lodge Resort idi! Sanki benimdi orası, ben kraliçesiydim. Seren Serengeti’de hoşuma gittiyse de bu durum, ertesi gün bir aslanın ceylanı parçaladığını görünce buradan nefret etmeye başladım. O masum hayvanların aslanlar tarafından katledilmesine ancak iki gün dayanabildim. Sonra jeep’le beş saat sürecek başka bir lokasyona doğru yol aldık. Dünyaca ünlü Masai kabilesinin köyünü ziyaret etmek için Gorongoro’ya gittik. Orada çok etkilendim işte! Kerpiçten evler, evlerin içinde yatak falan yok, toprakta yatıyorlar. Keçiler, koyunlar ve çocuklar aynı yerde kalıyorlar. Yemek kazanda, evin ortasında pişiyor; her yer duman, is ve o çocuklar orada büyüyor. Tabii alıp hepsini buraya getirmek istedim!


 


Çocuklara karşı çok hassas olduğunu biliyorum. Orada karşılaştığın çocuklarla iletişimin nasıldı, nasıl duygular yaşadın?