26 Aralık 2017 Salı

"III. Selim’in Sır Kâtibi Bolevî İbrâhim Efendi’nin Rûznâme’sinde Yazmayan Bir Vakıa’ya Dair”


-
öncesi var-

"1940’ların ortalarında, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye, savaşa girme tehlikesi ve aşırı enflasyon tehditi ile karşı karşıyaydı. işte o yıllarda yakın işbirliği içinde bulunduğumuz Almanya'nın merkez bankası başkanı ile Türkiye merkez bankası yetkilileri gizli bir görüşme yaptılar. Almanlar kendi para birimleri alman markı için aldıkları tedbirleri türklerle paylaştılar. ulusal ekonominin çöküşünün yanı sıra, düşman ülkelerinin -bilhassa demir perde ülkelerinin- piyasaya sahte para sürecek olması en büyük korkulardandı. işte almanlar bu ihtimali göz önüne alarak yeraltında gizli sığınaklarda “eski” banknotların yerini hızla alacak 15 milyar “yeni” alman markı saklamışlardı. bunun için inşa ettikleri sığınaklar nükleer savaşa dahi dayanıklıydı ve her türlü havalandırma, elektrik ve su sistemi düşünülmüştü. 15 bin metrekarelik sığınakta acil durumlarda 14 gün yetecek miktarda yiyecek stoku da vardı. türkiye bu fikri acilen uygulamaya sokmuş ve yeni banknotlar hazırlatırken bir yandan da sığınak için yer bakmaya başlamıştı. tam bu sırada aslında bizim mükemmel bir sığınak ağına sahip olduğumuz fikri merkez bankası yetkililerine iletildi. bu sığınaklar bizans zamanından beri istanbulun altını saran dehlizler, gizli yollar, galeriler, geçitlerdi. sonunda tam burada, yani ayasofya'nın altında yer alan dehlizlerdeki büyük ve geniş galeriler bu iş için uygun bulundu ve yeniden düzenleme kararı alındı. hiçbir düşman ülke uçağının ayasofya'yı bombalamayacağı elbette göz önüne alınmıştı. şu ileride gördüğün büyük çelik kapının ardında uzun koridorlar ve dehlizlerin sonundaki beş büyük galeride tahminim 25 Milyar Türk Lirası civarında para hala mevcuttur. tabii yeni türk lirası. bu tehdidin, 1988 yılına gelindiğinde ortadan kalktığı gerekçesi ile almanlar sığınakları boşaltmış ve 15 Milyar Markı imha etmişlerdi. biz ise tehdidin hala devam ettiğini düşünüyor olsak gerek, yeni türk lirasının da yenisini burada saklamaya devam ediyoruz. 1946 yılından beri her yıl bir kez merkez bankasından yetkililer parayı kontrole gelirler. her bir yetkilinin sadece kendisine ait olan kısmını bildiği kilit kombinasyonu beş kişinin bir araya gelmesi ile çözülebilir. birinin olmaması ya da yanlış kilide yanlış şifreyi girmesi tüm kilit düzeneğini iptal ettiğini duymuştum bir keresinde aralarındaki konuşmalardan.
iki gün iki gece kendilerine ayrılan beş ayrı galeride sayımlarını yapan yetkililer çok ciddi bir şekilde yaparlar işlerini. bana düşen ise buranın naçizane bekçiliğidir.
elbette fahri olarak. yoksa bugüne kadar ben onları gördüğüm halde, onlar beni bir kez dahi olsun görmemişlerdir. varlığımdan da haberleri yoktur. ama gördüğün gibi benim her şeyden haberim vardır. nasıl diyesini sorma. bu, devleti-i aliyye-i osmaniyye’nin ve dünyanın efendisi cihandar yüce padişahımız efendimizin bana bahşettiği bir lûtuftur. görünmez ama bilinir olmak.. görünmez ama bilir olmak. dersen ki; ben nasıl görüyorum seni, çünkü ben sana görünür oldum da ondan. çünkü seninle bir alışverişimiz vardır. buraya yıllar yıllar sonra düşen her meraklı ile yaptığımız değiş tokuş gibi." 



zaten nem ve havasızlıktan zor nefes alabildiğim bu dehlizde beyaz destarlı kâtibî kavuk, kırmızı çuhadan kürk yakalı kontoş ile önü kapalı üç peşli entari, kırmızı dökme şalvar ve sarı yemenisi ile ayakta dimdik duran sır katibinin söylediklerini
gerçek anlamda nefessiz dinlemiştim. şimdi ise nasıl bir değiş tokuş, bir alış veriş yapacağımızın merakı ile nefesim iyice daralmıştı. ne verecektim ki böyle bir insana ve karşılığında ne alacaktım ki böyle bir insandan. sır katibi beni çok merakta bırakmadı ve hemen açıkladı şartları.
"içinde bulunduğun sıkıntıyı biliyorum. bunun için sana kitabının en sonuna koyacağın hikayeyi vereceğim. bunun karşılığında da sen bana osmanlının son müftülerinden, zamanında topraklarımız içinde bulunan dobriç, türkçe ismi ile hacıoğlu pazarcık müftüsü dedenin babasına ait elyazması kuran-ı kerimi vereceksin." 
benim şaka yaptığını düşündüğüm sanırım yüzümdeki ifadeden belli olacak ki; bana "şaka yapmıyorum" diyor sır katibi. 
"kitap elbette yanında değil ama nerede olduğunu biliyorsun" diyor. 
"evet" diyorum "beyazıt kütüphanesinde. babamlar türkiyeye gelirken değerli kitaplarını yanında getirmişler, babam ve amcam birlikte gidip kitabı kütüphaneye bağışlamışlar. bunu mu istiyorsun.?" diyorum şaşkınlıkla. 
"evet" diyor. "senin kabul etmen ve verdim gitti demen yeterli. kitap bana gelir, sen orasını merak etme. ve elbet senin gibi bir meraklı ile değiş tokuşta kullanılır bir gün. verdiğim de elbet ne aldığım ile müsavidir. merak etme" diyor tuhaf kıyafeti ile ayakta dimdik duran sır katibi. 
"sanırım benim de şahit olduğum, padişah ile vezir-i azam arasındaki sırlardan biri, tuhaf mı desem, komik mi bir hikaye senin işini görecektir" diyor yüzümün alacağı ifadeyi dikkatle süzerken. 
hiç düşünmeksizin "verdim gitti" diyorum.. 
gülümsüyor ve yanında durduğu sunak şeklindeki büyük mermer blok üzerinde duran nefti yeşil deri ciltli defteri bana uzatıyor. defteri alıyor ve kapağını kaldırıyorum. sarı sayfa boş. ikinci sayfa da, sonraki sayfalar da.. defter bomboş. yüzüne bakıyorum o hala gülümsemeye devam ediyor ve 
"birgün dolar o sayfalar. zamanı geldiğinde. tam zamanı geldiğinde" diyor. 
tam bir tevekkül içinde "tamam" diyorum. 
nedense bu tuhaf, gizemli, akla mantığa sığmayan değiş tokuşa olan inancım tam. 
ben bir şey vermediğim halde o istediğini almış oluyor, o da bir hikaye vermediği halde ben istediğim hikayeyi almış oluyorum. 
hayata dair tam bir gerçek alışveriş.! 
son olarak merakımı yenemeyerek soruyorum. bu dehlizin nerede bittiğini, söylendiği gibi kınalı ada kilisesine çıkıp çıkmadığını. 
"sana verdiğim hikaye orada başlıyor diyor sır katibi. gitmene gerek yok. oradan geliyorum ben. hikaye de seni oraya götürecek zaten.."

-sonrası var-

Hiç yorum yok: