8 Haziran 2018 Cuma

güllaç maceraları..,

güllacı severim. yılda iki defa yerim. 
ramazanın ilk on günü içinde ve sonuna doğru.
geçenlerde bu ramazan yemedim diye evimin köşesindeki üç pastanede 
“ya şundadır, ya bunda” yaptım ve 
sırayla mado’ya kızgınım dedim geçtim, 
saray’a girmem dedim geçtim, 
murat muhallebicisinde karar kıldım.
havuz pastaneleri anasını satayım.! 
laik pastane yok..! 
neyse bir porsiyon istedim. paket.
el ayası kadar (avuç içinin parmaksız olanı oluyor) güllaça kasada 14 lira verdim. ondörttürklirası.!
sonra kendimi “sofram zengin olsun, fakirim diye kimse beni ziyarete falan kalkışmaz işte.” 
diye teselli ettim.!!
yine “ben bunu evde yaparım”larım geldi ve yine başıma gelecekleri bile bile 
lades olayına girdim.
bu güllaç denen mısır nişantası, un ve sudan müteşekkil yufka, 
kocaman tepsi büyüklüğünde paketlerde satıldığından alamazdım. 
şimdi dörde bölünmüş, sigara böreği gibi sarmalık küçük paketleri çıkmış. 
onlardan aldım bir paket 6 lira.
gittim baharatçımdan file badem ve gülsüyu aldım, 






verdim 22 lira. 
gülsuyunu, iki tatlı kaşığı kadar kullanacağım. 
aldığım gülsuyu şişesinin geri kalanı ile gülsuyu banyosu yaparım dedim. 
doldururum ılık suyu küvete, boşaltırım şişeyi içine.
ama küvet yok bende.! 
olur elbet bir gün küvetli bir evim.! 
neyse hiç beyaz toz şeker kullanmıyorum. evde yok. 
girdim marketten bir paket de toz şeker aldım. 
1. kg. 6 lira. masrafım oldu 34 lira. 
evde kaynamış inek sütüm var. ona da vermişim 7 lira. 
oldu mu sana 41 lira. !
artık güllacımı yapabilirim. yaptım de netekim.. 
borcama serdim. valla güzel görünüyor. attım dolaba. 
ama bembeyaz, ucuz köfteci peçetelerini üst üste koymuşum da üzerine 
ılık sulu süt dökmüşüm gibi yavan, beyaz, garip duruyor. tekrar çıktım.
çarşıya gittim.. 
bu sefer pasta ıvır zıvırı satan dükkana. 
“öğütülmüş şam fıstığı var mı.?” dedim. “var abi” dedi. 
az alayım güllaç üzerine dökeceğim. 
adam bir kavanozu indirdi dikkatle. gitti terazinin yanına. küçük kepçeyi kavanoza daldırırken, 
“bu da aldı başını gitti abi.” dedi. 
“ne oldu, nereye gitti, kaç oldu.?!” derken ben 
“260 lira abi.!” dedi. 
ben “tamam.!!” diye bağırmışım. 
adam “daha almadım abi” dedi. dedim “almadığın hali bile 15 liradır onun.!” 
adam lahevle çekerek ucundan azıcık aldı. koydu kesekağıdına. 
o kesekağıdını boşken teraziye 260 lira yazsan, 7 lira çeker zaten. 
neyse “ucundan azıcık" 15 lira geldi. 
baktı ben bayılacak gibi oluyorum, “bu da benden abi.” 
diye bir fıske daha attı içine. çok rahatladım..!,
bi de süs için üzerine donmuş bi şey almayayım. 
taze kiraz koyayım. mevsimidir dedim. manavıma gittim. 
adam orucunu açmış, bir avucunun içinde ince belli çay bardağını tutuyor, 
diğeriyle sigarasından derin derin nefesler çekiyor. dedim kiraz alacağım. 
“kaç kilo.?!” dedi. şaka yaptı. güldü. 
330 gram dedim. şaka yapmadım. gülmedim. 
kilosu 15 lira. cebimde 5 lira kalmış. 
“tamam.” dedi çayını ve sigarasını tezgahın köşesine yerleştirirken. içinden küfür ettiğini sezdim. gülümseyerek küfür etmek esnafın en iyi becerdiği iştir.
o öyle içinden küfredince ben de ona şiir okumaktan vazgeçtim.! kirazı koyarken 


"Sana nasıl bulsam, nasıl bilsem,
Nasıl etsem nasıl yapsam da 
Meydanlarda bağırsam
Sokak başlarında sazımı çalsam
Anlatsam şu kiraz mevsiminin 
Para kazanmak mevsimi değil
Sevişme vakti olduğunu…” 


demek yanlış anlamalara yol açabilirdi. vazgeçtim.
kirazımı aldım. paramı verdim, uzaklaştım sessizce. 
antep fıstığı ve saplarıyla kirazları üzerine koyup birer dilim, kapı kapı apartman komşularıma dağıttım. 
“rabbena, hep bana olmaz.” derdi rahmetli babam. 
hep komşular besler beni. 
üst kattaki açlar hariç.! 
artık kaç para harcadığımı hesaplamadım. 
can sıkıcı o. !

Hiç yorum yok: