hadi bakalım vatana millete
MasterBroccoli
10 Ağustos 2023 Perşembe
Matmazel Marika
Artist misin lan?
Hakarete dönüştürmüşüz bazı kelimeleri ve sıfatları.
“Artist misin lan..!” diyoruz; artist’in
sanatçı, sanatkâr demek olduğuna bakmaksın
“Bana felsefe yapma” deriz meselâ;
filozofu aşağıladığımıza, yok saydığımıza bakmaksızın..
“Masal anlatma bana” deriz;
kendimizce küçümseriz sanki masal anlatmayı
ve daha da önemlisi masalı; bana masal anlatma..!
Keşke bana masal anlatsan.
otursak bir kuzinenin başına,
içine tepsiyi sürsek közlensin diye patatesler,
üzerine çiziktirsek kestaneleri,
ve su kaynasa her daim bakır çaydanlıkta.
kahve mi içeriz, çay mı demleriz artık bilemem.
günler, geceler boyunca bana masallar anlatsan.
devlerin, ejderhaların, kralların, prenslerin, prenseslerin, kavuşanların, kavuşamayanların,
uzak diyarların, çinin, maçinin,
timur’un, marco polo’nun,
evliya çelebi’nin,
firdevsi’nin, şehname’sinin,
şehrazat’ın, şehriyar’ın, binbir gece masallarının,
türlüsünün, envaisinin, çeşitlisinin,
ferhat ile şirin’in,
leyla ile mecnun’un,
şahmeran'ın, dünyazad’ın, haramilerin, sinbad’ın,
rüstem’in, efrasiab’ın,
troya savaşlarının, akhilleus'un, odysseus'un
ve tepegöz'ün ve troyalı heleniyle
homeros’un ilyada ve odysseia’sının masallarını anlatsan,
ben dinlesem..
içim geçse benim.
geçtiğinde içim, kalksam,
"kahve mi içeriz, çay mı demleriz artık bilemem”
demiştim ama sıcak suya iki dal ıhlamur atsam,
bir dilim limon kessem.
boğazın kurumuştur senin
bunca masal anlatmalardan..
iç, iyi gelir ıhlamur..
bal mı.?
var bal.
atam mı bir kaşık..?
Hastane Günlüğü
dün öğlenden sonrayı annemle birlike haydarpaşa numune hastanesinde geçirdim. annemin böbrek rahatsızlığı nedeniyle.
Bayramın 1. Günü
Böyle geçti bayramın 1. günü
Bayramın birinci gününün nasıl geçtiğine gelmeden önce,
geçtiğimiz bayramın birinci günü olan biteni anlatmam gerekiyor.
şeker
bayramının birinci günü akşam üzeri zil çaldı, kapıyı açtım, karşı
daire komşumun üç torunu kapıda bana bakıyor. komşu da aralık kapıdan
bizi izlemekte. ben şaşkınım, hiç beklemediğim, alışık olmadığım bir
durumla karşı karşıyayım.
ne yapacağımı, ne diyeceğimi şaşırmış
vaziyette çocuklara bakarken, tabletlerinin başından zorla kaldırılmış
çocuklar da, “bi şeker meker bişe tut, alalım gidelim, bitsin bu
ızdırap” der gibi bana bakıyorlar.
ikram edilecek hiçbir şeyim yok, 8-10 yaşlarındaki üç çocuğun ellerini sıkıp “iyi bayramlar” dedim, iyi mi?!
ama
nasıl mahçup oldum anlatamam. üstüne üstlük komşum, çocukları aşağıdaki
teyzeme gönderdikten sonra bana, “şimdiki çocuklar hiç adetlerimizi,
ananelerimizi bilmiyorlar, öğrensinler istiyorum” dedi. sonra da, “dur
ben sana çikolata vereyim, tut bari” demez mi? yerin dibine girsem
iyiydi. altı, yedi tane verdi. ben de hiç hazırlıklı olmadığımı,
inşallah bir dahaki bayrama telafi edeceğim söyledim. “tamam, kurban
bayramına inşallah” dedi o da. ben bi kaseye şekerlemeleri koyup
beklemeye başladım. çocuklar yukarı çıkarken, “alın bakalım” diye
tuttum. çocuklar evlerindeki masanın üzerinde duran, muhtemelen almaya
tenezzül etmedikleri kağıda sarılı şekerlemelerden birer adet aldılar.
bu
olayın ardından günlerce kahrettim. hiç bu kadar rencide olduğumu,
kendimi bir başkası karşısında kötü hissettiğimi hatırlamıyorum. bir
dahaki bayrama bunu telafi etmeye söz verdim kendime.
neyse gelelim bu bayrama. düşündüm, geleneklerimiz neydi?
bize
büyüklerimiz mendil içinde bayram harçlığı verirlerdi. evde yaptıkları
tatlıdan ikram ederlerdi. şimdi mendil falan yok. selpak içine koyacak
değilim parayı da. günlerce düşündüm taşındım ve sonunda aklıma soket
çorap geldi. hani spor ayakkabı içine giydikleri kısa çoraplar. tamam
olur bu dedim ve gittim üç tane, pastel renkli kısa çoraplardan aldım.
içlerine önceden hazırladığım gıcır gıcır 100’er lirayı yerleştirdim,
katladım. etajerin üzerine koydum. evde şimdi madlen çikolata da hazır.
onu tutacağım, sonra çocuklara eski bayramlarda bize mendil içinde
harçlık verdikleri sohbetini yapacağım. ama artık mendil kullanmadıkları
için onlara çorap aldığımı söyleyeceğim ve muhabbeti oradan kuracağım.
onlar da eve gidip benim nasıl adam gibi adam bi komşu olduğumu
anlatacaklar.
arife akşamı herşey hazır yattım. sabah kalktım kahvaltı hazrlıyorum, gidip gelirken gözüm sürekli çoraplarda.
birden 100 liradan 300 liranın o çorapların içinde olduğunu fark ettim. çoraplara da 20’şer liradan 60 lira vermişim.
nereden baksan bir haftalık mutfak masrafım!
bir
taraftan “lan oğlum, sen emekli, dul, yetim bir adamsın. komşu
çocuklarına 300 lira harçlık nedir?” diyorum, bir taraftan başka bir
bayram harcamam olmadığını, kimseye harçlık marçlık vermediğimi, evimde
oturduğumu düşünüp kendimi telkine uğraşıyorum.
gittim geldim sonunda çorapların içindeki 100’er lirayı aldım, yerlerine 50’şer lira koydum. paramın % 50’sini kurtarmıştım.
huzur içinde kahvaltımı yaptım. öğlene doğru kahvemi içerken gözüm çoraplara takıldı. 50 lira da aslında az para değildi!
bize verdikleri para ile 50 lirayı kıyasladım. iyi paraydı yine!
madlen
de çok demodeydi. bunu çağa uydurmam, modern, yenilikçi, inovasyon
bilen bir komşu olarak anılmak isteğimden yola çıkarak markete indim ve
üç tane magnum aldım. buzluğa attım.
magnum ikram etme fikrime bayılacak çocuklar!
buna karşılık çorapların içindeki 50’şer lirayı alıp yerine 20’şer lira koydum!
bu seferki tasarrufum daha azdı ama modern bir dokunuş yapmıştım!
gelmedi ya la çocuklar.
bugün üçüncü gün.
on lira ile değiştirsem mi çorapları..?
dolapta da üç tane bademli magnum var!
26 Aralık 2022 Pazartesi
Matmazel Marika
ben kadıköy yeldeğirmeni’nde iki katlı, ahşap bir rum evinde doğdum. matmazel marika’nın evinde. evet, fotoğraftaki evin alt katında.. üst katımızdaki iki oda, sıfır salonda otururdu marika. bizim birinci kattaki bir oda, sıfır salon evimizin içinden çıkılan ikinci katta. mahallemizde evler tuhaftır biraz. mesela benim şu anda oturmakta olduğum ev de, üç oda sıfır salondur. üç odadan büyük, ortadaki antreyi saymazsak.neyse, konumuz bu değil..
matmazel marika, ünvanından da anlaşılacağı üzere hiç evlenmemiş, yalnız yaşayan bir kadındı. yedi yaşıma kadar bana dadılık yapmıştır bir nevi. annem yirmi yaşında bir genç kızmış ne de olsa.
neyse, konumuz bu da değil..
ben marika’nın evinde doğduktan üç sene sonra tam karşısındaki üç katlı ahşap eve taşındık. kardeşim de orada doğdu. zenginleşmemiştik. sadece nüfusumuz artmıştı.
bunları şimdi niçin anlatıyorum?
aklıma geldi birden, ben annemi o yaşlarda sihirbaz zannediyordum!
neden mi?
babam çok muhafazakar bir insandı. namazında, niyazında.akşam eve gelir gelmez ilk işi ikinci kattaki oturma odamıza girerek, “perdeleri kapayın!” demek olurdu. çoğunlukla kapatılmış olurdu perdeler zaten. tül perdeler hep kapalıydı da, kalın keten perdeler de kapatılırdı akşam ışıklar yanınca.
neyse, konumuz bu hiç değil.
biz matmazelin evinin tam karşısına taşınınca ben pencereden hep matmazeli izler olmuştum. gelişini gidişini. baştan aşağı simsiyah giyinirdi matmazel marika. siyah, kısa topuklu rugan ayakkabılar, siyah naylon çorap, siyah ceket, siyah şapka, şapkadan aşağı sarkan ve yüzünü kapatan siyah tül ve siyah eldivenler. yağmur yağıyorsa siyah şemsiye. kamburdu marika, kısa boyluydu. bir metre, elli santim falandı herhalde. bana o zamanlar herkes çok büyük gelirken marika’yı bu kadar küçük gördüğüme göre yanılıyor olamam.
neyse, konumuz matmazel marika’nın tarzı ve boyu posu hiç değil..
ben pencereden onun evini izlerken annem yanıma gelir, bir elini benim omuzuma koyar, diğer eliyle perdenin benim açtığım kısmını genişletirken hafifçe öne eğilir, altı metre öteye baktığı halde çook uzaklara bakıyormuş gibi gözlerini hafifçe kısar, pencereden tam karşıya bakar, “matmazel gitmiş” derdi.
işte konumuz tam da bu..
matmazel gitmişse ben üzülürdüm. o üzüntünün arasında annemin marika’nın gittiğini nereden bildiğini sorgulamazdım hiç. ama annem bazen, “matmazel gelmiş” derdi. sadece pencereden karşıdaki iki katlı evin ikinci katının pencerelerine bakarak anlardı annem bunu. bir süre sonra matmazel marika’nın ışıkları yaktığını ve içeride pıtı pıtı gezdiğini görürdüm. hakikaten gelmişti marika! annem bunu nereden biliyordu? sadece karşıdaki evin penceresine bakarak içinde yaşayan insanın evde olup olmadığını anladığına bakılırsa, annem tabii ki sihirbazdı! yedi yaşına kadar anneme bunu nasıl bildiğini sormak aklıma gelmedi. bir sihirbaza numarasını nasıl yaptığını sormak ayıptır, ondan sormadım desem tam bir yalan olur bu! sadece gitmesiyle gelmesi arasında verdiği görüntü farkını izleyerek bulmaya çalıştım sihirbazlık numarasını. dört sene sürdü bulmam! daha önce de söylemiştim, biz çocukluğumuzda saftık biraz. doğrusunu isterseniz birazdan da fazla. bunu ara sıra düşünüyor, hayat yolunda çektiğim sıkıntıların, acemiliklerimin sebebini sorguluyorum da, küçüklüğümden beri epey saf olduğumu yeni yeni kabul ediyorum. bu da benim doğuştan gelen bir hakikatim. böyle kabul etmek lazım diyorum artık. hayatın gerçekleriyle didişmek beyhude bir çabadır, bu yaşta anlıyor insan. neyse, konumuzu dağıtmayalım çünkü konumuz benim geri zekalılığa ramak kalmış saflığım değil..
matmazelin, bizim evimizdeki uygulamanın tam tersi bir adeti vardı. ve ben bunu sonunda keşfetmiştim. dört senemi almıştı ama bir keşifti neticede. bizim evde, evden çıkarken perdeler açılır, eve girince perdeler kapanırdı. mantık da bunun doğru olduğunu söylüyordu. ama matmazel marika’da bizim ailemizdeki mantık yoktu! o, evden çıkarken simsiyah storlarını aşağı çekiyordu. eve gelir gelmez ise ilk iş onları kaldırmak oluyordu. annem bakıyor ki, perdeler kapalı, matmazel evde yok, bakıyor ki, perdeler açık, ışıklar yanıyor, matmazel evde.
annem sihirbaz değildi.!
yedi yaşında anladım ben bunu...