5 Şubat 2011 Cumartesi

Rejans Artık Yok

Beyoğlu’nun tarihi simgesi Rejans arkasında bir mektup bırakarak kapattı kapılarını

Rejans’ın işletmecisi Erdal Sezener’in imzası olan mektupta özetle şunlar yazıyor: “Rejans’ın 'yerinde güzel’ olduğunu biliyoruz. Bunun için de onu var etmek için çok çaba harcadık. Ama bazen ne yapsanız olmuyor. Artık Rejans’ta biriktirdiğimiz anıları, belleğimizin en derininde, gittiğimiz her yere taşıma zamanı. Ancak İstanbul ve özellikle Beyoğlu bir değerini daha yitirecek. Tarihi değerlerimizi yaşatmayı başaramıyoruz, hiç değilse kazandığımız dostlukları yaşatalım istiyoruz. Bir dostumuz olduğuna inanarak, yeni sularda yeniden karşılaşacağımızı umuyoruz.”

En son annemin doğum gününde birlikte yemek yediğimiz o güzelim 80 yıllık mekanın tarihi ve antika değer taşıyan eşyaları şimdi depodaymış. İşletmeci Erdal Sezener Beyoğlu’nda yer baktıklarını ama Nişantaşı ve Etiler
semtlerinde de uygun bir mekan bulursa kiralayacaklarını söylüyor. Bence Rejans Beyoğlu dışına çıkmamalı, Tünel civarında bir mekan bulmalı ve lambrileri, sazların yer aldığı balkonu ve tüm eşyaları ile o atmosferi yeniden yaratmalıdır..Mekan aynı olmasa da o ambians yaratılmalı, 'dostlarına' yabancılık çektirmemelidir..



Kaçkarlar'ın Mıhlaması Alpler'de Fondü Oldu


Karafırın’ın sahipleri Orhan ve Ayhan Karal Kardeşler, her sene mini bir dünya turu yapıyor. Gittikleri ülkelerde çeşitli tatlar keşfeden Karal kardeşler hem Türk tatlılarını dünyaya tanıtıyor, hem de tanıştıkları tatları Türk damak zevkine uyarlıyor..

Karafırın Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Karal'ın lezzet yolculuklarından;


"Fransa’nın Alp Dağları’nda bir fondü restoranından bahsedildi. Gidip yer olmadığını öğrenince ertesi güne rezervasyon yaptırdık. Gruptakiler ballandıra ballandıra fondünün lezzetini anlatıyordu ancak ne yiyeceğimizi bilmiyordum. Ertesi gün masaya fondü geldiğinde kendimi çok kötü hissettim. Çünkü önümde duran yemek çocukluğumda ve gençliğimde neredeyse her öğün yediğimiz ’mıhlama’ydı. Kaçkarlar’ın bu yerel lezzetini biz İstanbul’da bile sürdüremezken dünya fondü adıyla tanımış ve kabullenmişti. Oysa biz bu yemeği yöre peynirinin ve yağının kendine has kokusu nedeniyle apartmanlarda pişirmez olmuştuk. Sebebi belki de özgüven eksikliğiydi. Bedelini de kendi yemeğimizi bir başka isimle yiyerek ödüyorduk. O günden sonra yaşadığım yerleri yeniden keşfetmenin ve yemek kültürümüze sahip çıkabilmenin önemini çok daha iyi anladım."


İpek Dural'ın yazısının tamamı burada

Umutlarımızı koruyalım... - Bay Hiç-

geçtiğimiz çarşamba akşamı akbank sanat etkinlikleri kapsamında Bay Hiç adlı oyunu seyrettim..çok tiyatro aşığı bir insan sayılmasam da oyundan oldukça memnun ayrıldım. kafamda yer eden, duyduğum anda düşünmeye başladığım, ancak aklımda tamamını tutmama imkan olmayan dialogların bir bölümünü burada sizlere de aktarmak istedim. tabii aklımda kalanlarla yanlış yapma ihtimalim yüksekti. o nedenle bulabileceğine inandığım arkadaşıma oyunun tekstini bulup bulamayacağını sordum. "bir araştırırım, yönetmen arkadaşım" demesi ile, oyun tekstinin tamamının mailime düşmesi onbeş dakikayı almadı. insanın olacaksa böyle arkadaşları olmalı. değil mi:)
evet önce o bahsini ettiğim dialog, sonra benim görüşüm...
../..
KADIN: Anladım. Siz yazarsınız! ERKEK: Yazar? : Evet, evet, yazar! : Belki de yazarım. Ama ömrümde bir satır olsun yazmadım. Yazmadığıma göre de bilinmez ki! Belki de yeryüzünün gelmiş geçmiş en büyük yazarı benim! : Belki de. : Biliyor musunuz, siz de belki yeryüzünün gelmiş geçmiş en büyük sopranosusunuz! : Bilmiyorum. Ama neden yeryüzünün gelmiş geçmiş en büyük sopranosu oluyormuşum? : Şunun için: Hiç şarkı söylediniz mi? : Hayır, hiç söylemedim. : Öyleyse? Belki de öyledir. Hayır, diyebilir misiniz? : Diyemez miyim? : Diyemezsiniz tabii! Ama dikkat edin, hiç ama hiç… şarkı söylemeyin! : Neden? : Neden olacak? Umudunuzu yitirmemek için! Ben de kendime söz verdim, hiç yazı yazmayacağım. : Beni biraz şaşırtıyorsunuz. : Çiçekler gibi, hayvanlar gibi, umutlar da korunmakla yaşar. Çiçekleri korumanın yolu nasıl güneş ve su sağlamaksa onlara, hayvanları korumanın yolu nasıl yuva ve besin sağlamaksa onlara, umutları korumanın yolu da… : Umutları korumanın yolu da… : O umudun alanında, neyse o, hiçbir şey yapmamaktır, anlıyor musunuz, hiçbir şey yapmamak! Bayan, çok rica ederim sizden, koruyalım umutlarımızı! : Koruyalım. : Bakalım onlara güneşliklerdeki çiçeklere baktığımız gibi, kuş tüyü yataklarındaki hayvanlara baktığımız gibi! : Bakalım! : Bu çok önemli konularda sizin de benim gibi düşündüğünüzü ışığınızdan anlamıştım. Işıklar, yanıltmaz beni! : Oturmaz mısınız? Mademki geldiniz… Mademki içeriye girdiniz… : Teşekkür ederim. : Ne iş yaparsınız? : Geçinmek için mi?
./..
sonra benim görüşüm dedim ama, oyun tekstini bana gönderen arkadaşımın eklediği notu iletmekle yetineyim. -şimdilik-

Bir ölçüde ben de katılıyorum. Hayal etmek (yada umut her neyse) bazan gercekleştirmiş olmakdan daha guzel cunku hic bitmiyor. Oysa hayal gerceklestigi anda hayal olmaktan cikiyor maddesellesiyor ve bir anlamda basitlesiyor. Küba'ya yillarca gitmeyi hayal etmistim, gittim bitti mesela.

Ya da platonik aşk, gercek aşktan daha etkili olabilir kibin."


ben de katılıyorum "bir ölçüde" .. hem arkadaşıma, hem de oyundaki dialoga..